31 Mart 2010 Çarşamba

tığ işi örgü çanta



Kızıma bu çantayı geçen yaz örmüştüm.Yapımı çok basit .Tığ işinden anlayanlar kolaylıkla örebilir.bitirdikten sonra baktım annemin çiçekleri yemeni oyalarından artmış.onlarıda üzerine monte ettim. evde bulunan boncuklarıda üst kısmına diktim.Birde düğme..

YEMENİ OYASI ÖRNEKLERİ

Alahın rahmeti ve bereketi bütün inananların üzerine olsun.Blog açtığımdan beri yanımda fotoğraf makinamı gezdiriyorum. Gördüğüm bu güzel oyaları fotoğrafını çekip yayınlamadan edemedim.Yapanların ellerine sağlık .oya örneği arayanlara bir fikir olur diye düşünüyorum.yorumlarınızı beklerim.





30 Mart 2010 Salı

OT YEMEĞİ



Bu yemeğin tarifini nasıl versem acaba?
Eline bıçak ve poşet alınır.Yanına ottan anlayan birisinide alıp(bu kısmı ottan anlamayan benim gibiler için geçerli)Yeşilliklere çıkılır.Tabi biz bu konuda avantajlıyız.Çünkü şehrin biraz dışında oturuyoruz.Etrafımız ağaçlık ve yeşil alan.Sağolsun komşumuz Ayşe bana bu konuda yardımcı oldu.Hemen hemen hepsini topladı.Ben sadece yaban pırasası ve ısırgan topladım.diğer otun adı ise ekşi ot (kızılbacak).
Gelelim yapılışına:
Otlarımızı yıkayıp,temizliyoruz ve doğruyoruz.Tenceremize soğanı doğrayıp,kavuruyoruz.Bir yemek kaşığı salça katıp,karıştırıyoruz.
Kayınvalidemin tavsiyesiyle ekşi otu tencereye koymadan önce kaynar suya daldırıp süzdüm.sonra diğerlerinin yanına tencereye kattım.Yarım çay bardağı pirinci yıkadıktan sonra ilave ettim.Bir su bardağına yakın sıcak suyuda ilave ettikten sonra kaynamaya başlamasını bekledim.Kaynamaya başladıktan sonra altını kısıp pişirdim.

ZEYNİLER CAMİİ



Benim doğup büyüdüğüm semt bursa'nın emirsultan mahallesi.Emirsultanın doğu tarafında zeyniler camii bulunuyor.
Pazar günü çocuklarala birlikte annemlerdeydik. babamla Bursada bir çok evliyanın kabrinin bulunduğundan söz ederken
,kalktık çocuklarla birlikte Zeyniler camiinin etrafında bulunan büyük zatların kabirlerini ziyaret ettik.Az ilerisinde bulunan Emirsultan hazretlerininde türbe ve camisini gittik.(blog açtığımdan beri fotoğraf makinamla dolaşıyorum)zeynilerde 1 kaç kare fotoğraf çektim.makinamın şarjı bitince daha fazla çekemedim.utanarak itiraf ediyorum, zeynilerde kabirleri bulunan velilerin hayatlarını bu kadar detaylı okumamıştım.

 

Molla hüsrev hazretleri
Hanefî mezhebi fıkıh âlimi, üçüncü Osmanlı şeyhulislâmı ve velî İsmi, Muhammed bin Feramuz (Feramerz)'dir Sivas ile Tokat arasındaki Kargın köyünde doğdu Doğum târihi bilinmemektedir Babası, bir Fransız subayı iken müslüman olmuştur Kızını Osmanlı emîrlerinden Hüsrev adında bir zâta verdi Babasının genç yaşta ölmesi üzerine, eniştesi Hüsrev Beyin yanında kaldı ve büyüdü Bu sebeple Hüsrev kayını diye çağırılırdı Daha sonra kayını kelimesi kaldırılarak, Molla Hüsrev adıyla meşhûr oldu
Molla HÜsrev
Burhâneddîn Haydar Hirevî ve zamânının diğer âlimlerinden ilim tahsîl etti Tahsîlini tamamladıktan sonra Edirne'de Şâh Melik Medresesinde ve sonra da kardeşinin vefâtıyla boşalan Çelebî Medresesinde müderrislik yaptı Sultan İkinci Murâd Hân devrinde Varna Savaşından önce, 1429 (H832) senesinde Kadıaskerliğe tâyin edildi Molla Hüsrev, Fâtih Sultan Mehmed Hân tahta geçince de bu göreve devâm etti Memleketi iç ve dışta huzûra kavuşturduktan sonra, Sultanİkinci Murâd Hân tahttan çekilmiş, yerine oğlu SultanMehmed'i oturtmuştu Ancak düşmanlar, Sultanı çocuk yaşta görüp, birtakım huzursuzluklar çıkarmak istediler Bunun üzerine İkinci Murâd tekrar tahta geçti ve Sultan Mehmed'i Manisa'ya gönderdi İlim adamlarından çoğu, birer bahâne ileri sürerek, Manisa'ya gitmek istemediler Molla Hüsrev, kâdıaskerlikten istifâ ederek, Şehzâde ile birlikte Manisa'ya gitmeye karar verdi Şehzâde, onun bu kararını duyunca; "Vazifenize devâm edin, zîrâ memleketin size ihtiyâcı var" dediyse de, Molla Hüsrev hazretleri; "Manisa'ya giderken sizi yalnız bırakmam uygun olmaz, müsâade buyurun geleyim" diyerek samîmiyetini bildirdi ve birlikte Manisa'ya gitti Şehzâde Mehmed bu muhterem âlimden çok faydalandı ve ondan bir kısım ilimleri tahsîl etti

Fâtih Sultan Mehmed Hân tekrar tahta geçince, o da İstanbul'a geldi İstanbul'da Galata ve Üsküdar kâdılıklarına tâyin edildi Bu arada Ayasofya müderrisliğini de yürüttü Bir ara Bursa'ya gidip bir medrese kurarak ilim öğretmekle meşgûl olduğu sırada, Fâtih Sultan Mehmed Hân tarafından İstanbul'a dâvet edilerek, 1460 (H865) de şeyhülislâmlığa tâyin edildi Molla Hüsrev, yirmi sene, adâlet ve hakkâniyetle şeyhülislâmlık vazifesini yürüttü

Fâtih Sultan Mehmed Hân, Molla Hüsrev'i çok takdîr ederdi Molla Hüsrev'den söz ettiği zaman; "Zamânımızın Ebû Hanîfe'sidir" diyerek, teveccüh ve sevgisini belirtirdi Bir defâsında bir düğün yemeğinde, hocası Molla Gürânî'yi sağ yanına, Molla Hüsrev'i sol yanına alarak oturmak sûretiyle iltifâtta bulunmuştu

Molla Hüsrev; orta boylu, gür sakallı, kıymetli elbise giyen, başında küçük bir sarığı olan, heybetli, tevâzu sâhibi bir zât idi Güzel ahlâk sâhibi, vakûr, yüksek ilmiyle İslâm dînine uymakta gayretli ve titiz idi Bu sebeple, halkın ve devlet adamlarının sevgisini ve hayranlığını kazanmıştır Medresede derse gideceği zaman talebeleri onun evinin önünde toplanır, saygı ve tâzimle onu medreseye götürür, yine o şekilde evine getirirlerdi Büyük âlim, yalnızlığı ve kendi işini kendisi görmeyi severdi Konağında birçok hizmetçiler olduğu hâlde, Molla Hüsrev hiçbirini kendi hizmetinde kullanmaz, odasını kendisi süpürür, lâmbasını kendisi yakardı

Molla Hüsrev, birçok talebe yetiştirmiş kıymetli bir fıkıh âlimi olduğu gibi, bir şâir olarak da tanınmıştır Molla Hüsrev, önceki âlimlerin kitaplarından her gün iki yaprak yazmayı âdet hâline getirmişti Vefât ettiği zaman geriye bıraktığı terekesinde kendi el yazılarıyla yazılmış pekçok nefîs eserler çıkmıştır Molla Hüsrev 1480 (H885) senesinde İstanbul'da vefât etti Namazı Fâtih Câmiinde kılındıktan sonra Bursa'ya götürülüp, Emir Sultan'ın kabrinin doğusunda kendi yaptırdığı medresenin bahçesine defnedildi Mezar taşında; (Menbâ-ı İlmühüner, Vâris-i ulûmü Hayr-il-beşer, Fazlı mürşîdi eser, Sâhib-üd-Dürer vel-Gurer Mevlânâ Muhammed Hüsrev) kitâbesi vardır

Ömrünü ilim öğretmek ve yazmakla geçiren Molla Hüsrev'in, birçok kıymetli eseri vardır Bu eserlerinin önemlileri şunlardır: 1) Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i Gurer-il-Ahkâm: Fıkha dâir olan, sık sık mürâcaat edilen bu en önemli eseri, bütün Türk Osmanlı medreselerinde şerhleri ile berâber ders kitabı gibi tâkib edilmiştir MollaHüsrev, bu eserini 1472 (H877) senesinde yazmağa başlamış, 1478 (H883) senesinde bitirerek Fâtih Sultan Mehmed Hana takdim etmiştir Kendi el yazısıylaFâtih Sultan Mehmed'e hediye ettiği Dürer nüshası, İstanbul'da KöprülüKütüphânesindedir 2) Şerh-ul-Miftâh, 3) Şerhut-Telvîh, 4) Şerhu Usûl-ül-Pezdevî, 5) Hâşiyetü Evâili Tefsîri KâdıBeydâvî, 6) Hâşiyet-ül-Mutavvel lit-Teftâzânî, 7) Mir'ât-ül-Usûl fî Şerh-ı Mirkât-ül-Vüsûl, 8) Mirkât-ül-Vüsûl fî İlm-il-Usûl, 9) Nakîd-ül-Efkâr fî Redd-il-Enzâr, 10) En'âm sûresi tefsîriyle ilgili risâle, 11) Şerhu Telhîs-il-Miftâh lil-Kazvînî

Molla Hüsrev, buyurdu ki:

"Dünyâ ve âhirette insanın şerefi ve iki âlemde üstün derecelere nâil olması, ancak doğru îtikâd olan Ehl-i sünnet îtikâdında bulunmak ve sâlih amel işlemekledir"

Allahü teâlâ Peygamber efendimizi,Peygamberlerin sonuncusu ve doğru yolu gösterici olarak gönderdi O'ndan sonra da O'nun ümmetinden büyük âlimler yarattı Bu âlimler de, O'nun bildirdiklerini, insanların anlayacakları bir şekilde îzâh ettiler Allahü teâlâ, bu âlimlerden dört mezheb imâmını seçti Bu büyüklerin ihtilâfını rahmet kıldı Diğer fıkıh âlimleri de bu âlimlerin mezheblerine göre fetvâ verdiler Allahü teâlâ, bu büyük âlimler arasında da, en büyük imâm ve yüksek himmet sâhibi, ümmetin ve dînin kandili İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe Nu'mân bin Sâbit'i seçti Onun yaptığı hizmet sebebiyle, Allahü teâlâ onun makâmını Cennet'in en yüksek derecesinden eylesin Şüphesiz ki, Ebû Hanîfe'nin dînî hükümlere dâir bildirdiği şeyler, dalgaları birbirlerine çarpan bir deniz, hattâ sapıklığın karanlığını gideren parlak bir kandildir"


Molla hayali hazretlerinin kabri

MOLLA HAYÂLÎ

Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde yetişen Hanefî mezhebi âlim ve velîlerinden. İsmi Ahmed bin Mûsâ er-Rûmî, lakabı Şemseddîn'dir. İznikli olup 1448 (H.852) senesinde doğduğu tahmin edilmektedir. "Molla Hayâlî" mahlası ile meşhurdur. 1481 (H.886) senesinde vefât etti. Kabri Bursa'dadır.

İlk tahsîlini kâdı olan babasında yaptı. Sonra, Bursa Sultâniyyesinde müderris Hızır Beye talebe oldu. Ayrıca derslerinde onun muâvini, yardımcısı idi. Aklî ilimlerdeki anlayışının yüksekliğinden, akranları arasında, parmakla gösterilirdi. Zekâsı çok keskin olup, en ince meseleleri hemen kavrardı. Hızır Beyin kızı ile evlendi. Bâzı medreselerde müderrislik yaptıktan sonra, günde 30 akçe ile Filibe Medresesine tâyin edildi.

İznik Medresesi müderrisi MollaTâceddîn vefât ettiğinde, Fâtih Sultan Mehmed çok üzülmüştü.Mahmûd Paşaya; "Yerine, onun gibi yüksek bir âlim bulunup tâyin edilsin." emrini verdi. O mecliste, Mahmûd Paşanın hatırınaMolla Hayâlî geldi. Durumu pâdişâha arz edip, onun hakkında bilgi verdi. Sultan Fâtih de; "MollaHayâlî, o kimse değil midir ki, Şerh-i Akâid'e yazdığı hâşiyesiyle, ismini duyurmuştur?" diye sorduğunda, vezir; "Evet pâdişâhım, o kimsedir." cevâbını verdi. Bunun üzerine Pâdişâhın; "O kimse, bu medreseye lâyıktır." demesi üzerine, 130 akçe maaş ile, bu medresedeki müderrislik vazîfesini MollaHayâlî'ye vermeyi kararlaştırdılar. Bunun üzerine, Filibe'den İstanbul'a gelen Molla Hayâlî, Pâdişâh ile konuştu. İznikMedresesine tâyin edildiği kendisine bildirilince; "Ben hacca niyet ettim. İnşâallah geldiğimde kabûl ederim." dedi. Vezir Mahmûd Paşa; "Şimdi, önce varıp medresede bir müddet ders okutunuz, sonraSultanın izni ile gidersiniz." diye teklif ettiğinde,MollaHayâlî; "Eğer vezir-i âzamlık makâmını verseniz hacdan yine vazgeçmem" dedi. Mahmûd Paşa durumu Pâdişâha arzettiğinde; "Niçin sıkıştırmadın?" deyince; Vezir; "Sıkıştırdım. Fakat, vezirlik de versen, hacdan vazgeçmem dedi." diye cevap verdi. Değer bilen padişâh, "Hac yolculuğundan dönünceye kadar, muidi ve yardımcısı olan molla, vekili olsun, müderrislik vazîfesi resmen MollaHayâlî üzerinde kalsın." emrini verdi.

Molla Hayâlî, hacca gidip dönünce, adı geçen medreseye müderris oldu.Talebe yetiştirmek ve eser vermek işi ile meşgûl olduğu sırada 1481 yılında vefât etti. Bu esnâda yaşı daha 33 idi. Onun böyle genç yaşta ölümü ilim adamları ve talebeleri arasında büyük teessüre sebeb oldu. Pekçok şâir mısra ve beyitleriyle duydukları üzüntüleri dile getirdiler. Nitekim Kandî,

"Sözü dilde, hayâli gözde kaldı."
mısraı ile bir tarih düşürdü.

Hayâlî hazretleri ilimlerin inceliklerini kavramada asrının âlimlerinin en büyükleri arasında yer aldı. Çok ders okur, az yemek yerdi. Hep ilim ve ibâdetle meşgûl olup, bir an bu hallerinden ayrılmazdı.Günde bir defâ yemek yerdi. En az ile iktifâ ederdi. Son derece zayıf olduğundan, baş ve işâret parmakları ile pazusunu kavrardı.

"Gece gündüz ibâdetten kalmazdı geri
Günde bir öğün idi saydıysan yediği"
beyti onun hakkında söylenmiştir.

Huzûrunda iki sene kalıp, ondan istifâde eden Mevlânâ Gıyâseddîn diyor ki: İznik'te, iki sene onun yanında kaldım. Dâimâ hüzünlü ve sükût eder bir vaziyette, ibâdetle ve ilimden ince meseleleri mütâlaa ile meşgûl olur halde görürdüm. Ancak ilimden bahsedildiği zaman konuşur ve gülerdi. Devrinin meşhûr âlimlerinden Hocazâde ile bir câmide buluşmuş, onunla ilmî bir konuda uzun bir sohbete başlamış ve ona gâlip gelmişti. Ömründe hiçbir ilmî münâzarada mağlup olmamış bulunan Hocazâde, onun vefâtından sonra; "Hayâlî vefât edinceye kadar, münâzara ilmindeki üstünlüğünden, onunla hiçbir yerde karşı karşıya gelmeye cesâretim kalmamıştı. Yatağımda, hayâlimde hep onu görürdüm." demiştir.

Zeyniyye koluna bağlı olan Hayâlî, tasavvuf mârifetlerine, hocası Şeyh Abdürrahîm Merzifonî vâsıtası ile kavuştu. Bu zât, ona Edirne'de Yeni Câmide (Câmi-i Cedîd'de) Kelime-i tevhîdi söylemek vazîfesini vermişti. Şeyh Abdürrahîm, Zeyneddîn Hâfî hazretlerinin yoluna mensuptu. "Zeyniyye" adı verilen onun bu yolu, Zeyneddîn hazretlerinin baş halîfesi Abdüllatîf Kudsî'nin Bursa'ya gelip, talebe yetiştirmekle vazîfelendirilmesinden sonra yayıldı. Bursa'da yetişen büyük âlimlerin çoğu bu yolu seçmişlerdi. Bu yolun mensuplarının hepsinin kabirleri, belirli bir geometrik şekli andırır biçimdedir. Molla Fenârî ile Hayâlî hazretlerinin mezar taşlarının da bu biçimde olması, onların da Zeyniyye yolunda olduklarını göstermektedir. Hayâlî'nin kabrini bugünkü mamur şekliyle yaptıran, Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın yakınlarından Hacı Ali Efendidir. Demir parmaklıkla çevrili lahdin alt yan taşlarında, tamirle ilgili bilgi verilmektedir. Zeynîler kabristanının bitişiğinde, Zeynîler Câmii de vardır.

Abdüllatif kutsi hazretleri

25 Mart 2010 Perşembe

BROWNİ





Artık benim klasikleşen browni tarifim.Tarifi oktay ustanın kitabından.
MALZEMELER.
4 adet yumurta
2 su bardağı toz şeker
3 çorba kaşığı kakao
1 su bardağı süt
1pkt margarin veya 250gr tereyağı
1 pkt vanilya
2 su bardağı iri kırılmış ceviz
1 pkt. kabartma tozu
alabidiği kadar un

YAPILIŞI
kabımıza yumurtaları kırıp üzerine şekeri ekliyip iyice çırpıyoruz.içerisine sütü,kakao yu,eritilmiş margarin veya tereyağını,vanilyayı koyup çırpmaya devam ediyoruz bu karışımdan 1 su bardağı ayırıyoruz.geriye kalan karışıma unu,kabartma tozunu,kırılmış cevizi koyup tahta kaşıkla karıştırıyoruz.kıvamı normal kek kıvamından biraz daha katı olacak.önceden ısıtılmış 170 dercelik fırında yaklaşık olarak 30-40 dk pişiriyoruz.fırından çıktıktan sonra yarım saat kadar dinlenen kekimizin üstüne ayırdığımız sosu döküyoruz.
Ben dikdörtgen fırın tepsisine dökerim genelde fakat bu sefer kek kalıbında pişirdim.

24 Mart 2010 Çarşamba


Kâinat, muazzam mânâların ifade edildiği muhteşem bir kitap; insan ise, bu kitabın en anlayışlı muhatabıdır. Bir arının çiçekten çiçeğe konup bal yapması gibi, insan dahi kâinat kitabının sayfalarında seyahat ederek, tefekkür balı yapar.




AŞK;
Hz.ibrahim’in ateşe atıldığı zaman ki teslimiyettir,
Hz.Eyyüb’un hastalığa karşı sabrıdır,zaferid...ir,
Hz.Davud’un sesidir,eliyle demire şekil vermesidir,
Hz.Salih’in kayadan çıkan devesidir,
Hz.Musa’nın Kızıldenizi ikiye bölen asasıdır,
Hz.isa’nın kokusunu bile hissettiği Son Peygamber’i müjdelemesidir,
Hz.Muhammed’in doğardoğmaz "ümmetim ümmetim" demesidir,
Hz.Muhammed’in Allah’a olan teslimiyetidir,
Hz.Ebubekir’in sadakatidir “Muhammed söylüyorsa doğrudur”diyen,
Hz.ömer’in adaleti bile hayran bırakan adilliğidir,
Hz.Osman’ın şeytanı bile utandıran hayasıdır,edebidir,
Hz.Ali’nin cesaretidir,ilmidir,
Hz.Hüseyin’in haksızlığa karşı yürümesidir,şehadetidir,
Hz.Yunus’un cenneti istemeyip Allah’a "Bana Seni gerek Seni" demesidir,
Hz.Mevlâna’nın nefesidir,sema’sıdır,gel demesidir,
Çöllere düşen Mecnun’un gözlerinin dağlanmasıdır,
Bülbülün güle ötüşü,ölen sahibin başında bekleyen attır,
Ezan-ı Muhammed-i okununca felaha,kurtuluşa koşmaktır,
Kur'an-ı Kerim okununca anlamasan bile onu kalbinde hissetmektir,
Gönülden gelen bir Kelime-i şehadettir,
Allah ve Rasulünün adı anılınca göz yaşı dökmektir,
Allah’a kul,habibine layıkıyla ümmet olmaktır,
İSLAM’ı doya doya yaşamaktır.
Aşk; Sadece kuru bir sevgi ya da sonu belli bir macera hevesi değildir,
CANAN’la bir CAN olmaktır,onu her gün daha fazla sevmektir,
ALLAH için sevmektir...

ÖRGÜ KAZAK





Oğluma ördüğüm kazak.daha önce bitirmiştim fakat bugün eklemek nasip oldu.Rengi ve desenini oğlum seçti.Desenin kenarları pirinç modeli orta kısmı saç örgüsü modeli.Ben örgü modelleri konusunda nako, nun örgü sitesinden faydalanıyorum.Selanik ,pirinç ve daha birçok modelin resimleriyle açıklaması var.
Ayrıca bloğumdaki fotoğrafları çeken ve düzenleyen Ayşenur'uma çok teşekkür ediyorum.
Buarada kazakta oğluma çok yakıştı..

(Resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)

15 Mart 2010 Pazartesi

ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE

 

ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE









 
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.


MEHMET AKİF ERSOY

Çanakkale zaferinin yıldönümü dolayısıyla bu  sevdiğim iki şiiri yayınlamak  istedim.Çanakkale şehidleri ve zaferi ancak bu kadar güzel anlatılır.













DUR YOLCU

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!…

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir!

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...

NECMETTİN HALİL ONAN

DOST



Dosttur, insanı umuda götüren. Dosttur, insanın gönlünde deryalar besleten. Dosttur, insanı teselli eden. Bir sevgidir, bir aşktır. Bir ışıktır, insibağdır dostluk. .Bir vasıtadır, Yüce Rahman’a ulaştıran. Aşkın ve muhabbetin aşınmayan yoludur; fedakarlıktır, cömertliktir, gözyaşıdır dostluk... Zifiri karanlıklarda gönül sığınağıdır. Yıldızlarla el ele tutuşmak, ayla dertleşmektir. Katıksız ekmeği düşünmeden paylaşmaktır; vermektir. İstikbâl kaygısı çekmeden, ihtiyacı olduğu halde verebilmektir.
Gönülden gönüle feyz ırmağıdır, aşı olmaktır çorak, yorgun ve mahzun gönüllere... Nazarlarında ferahlamaktır, kelamında erimektir. Bir ricaya canları malları feda edebilmektir. Onun ayağına batan dikeni yüreğinde hissedebilmektir. Çektiği acıları paylaşıp, onunla yapılan biada sadakattir dostluk! Elinden, gönlünden istifade sunmaktır insanlığa, susuz çöllerde göklerden yağan rahmettir.
Soğuk kabir gecelerini duasıyla ısıtmaktır. Bir rüzgarın peşine takılıp, baharlar sunmaktır, virane kalplere... Bir peygamber merhameti, bir anne kucağı, bir mürşid-i kâmil duasıdır.
Hacer’in teslimiyet bağrından akan bir zemzemdir. Ateşe atılırken teslimiyet ve naz kokan İbrahimliktir. Aişe olup, kıskanmaktır onu maziden ve istikbalden. Hatice-tül Kübra olup, huzur vermektir en zor gününde. Bir Musab olmaktır, fani lezzetlere aldanmadan, dost harcını yüklenip, aşk devletinin temellerini atmaktır Yesrib’e.... ve feda-yı can etmektir Uhud’da.
Peygamber çiçeği Fatma-tüz Zehra olmak, ahlak-ı Muhammedi’yi nesilden nesile taşımaktır. Ebu bekir olup tasdik etmek, “Sıddık” olmak, her an peygamber nefesini içinde hissetmektir.
Ömer-ül Faruk gibi bu yolun üçüncüsü olma heyecanıdır. “dostunu hatırla” denildiğinde yerlere atılıp, toprağa yüz sürüp, “Ömer’de kimmiş ki onu unutsun!” diyebilmektir. Her daim iki kaşı arasına O’nu nakşedip, O’nunla gezebilmektir. O’nunla bakmak, O’nunla görmektir.
Seherde nedâmet gözyaşlarıyla yakaran bir dua olmaktır. Şehidin sinesinde gömülü vuslat incisi olup, sıcacık kanıyla huzura çıkmaktır. Aldatıcı dünya sahnesine “elveda” derken, şehadetle kucaklaşıp, incinmeden veda busesini koymaktır hatıralara. “O ne güzel kuldu, o ne güzel dosttu” dedirtmektir cihana.
“Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus-62)



//

ZEYTİNLİ POĞAÇA

MALZEMELER:

3 su bardağı un    ,   yarım su bardağı eritilmiş ılık tereyağı     , 1 yumurta,

1yemek kaşığı  sirke,   1çay kaşığı karbonat ,  1çay kaşığı kabartma tozu

yarım su bardağı yoğurt, 1 tatlı kaşığı tuz.

İçi için :1 su bardağı çekirdekleri çıkartılmış siyah zeytin.

YAPILIŞI: unumuzu kabımıza koyduktan sonra ortasını havuz gibi açıyoruz.

açtığımız havuza ılıttığımız tereyağını, yumurtayı ,yoğurdu, sirkeyi, karbonatı,kabartma tozunu ve tuzu  ekleyip hamurumuzu yoğuruyoruz.ele yapışmayan bir hamur elde ediyoruz.daha sonra hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp, içerisine zeytin koyduktan sonra kapatıyoruz.üzerlarine yumurta sarısı sürüp çörek otu serpiyoruz.

önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında pişiriyoruz.



"Fırtınanın gücü ne olursa olsun, eğer Allah’ın safındaysan, seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır."